top of page

Toplum 5.0, Süper Akıllı Toplumlar 

Güncelleme tarihi: 17 Tem

Toplum 5.0, Süper Akıllı Toplumlar, 15 dakikalık şehirler bir bilim kurgu senaryosu değil. Hayal edin, gün doğmadan hemen önce, şehir hâlâ uykudayken bile sensörler çalışıyor. Trafik ışıkları kendi algoritmalarıyla kararlar alıyor, kamera ağları binlerce yüzü takip ediyor, veri merkezleri milyonlarca insanın tercihlerini işliyor…Akıllı Şehirler…. 


Japonya’nın ortaya attığı Toplum 5.0 vizyonu, akıllı şehir, yapay zekâ ve dijital teknolojilerin insan refahı için kullanılacağı bir gelecek vadediyor. Bu vizyon kulağa umut dolu geliyor. Ama bir soruyla devam edelim:


Kimin için bir refah, kimin için bir özgürlük bu?


Gözle görünmeyen ama her yerde hissedilen bir sistem bizi izliyor, şekillendiriyor, hatta yönlendiriyor. Peki biz hâlâ özgür müyüz?


Süper Akıllı Toplumlar, 15 dakikalık şehirler, dijital hizmetlerle donatılmış yaşamlar... Peki ya bu yeni sistemin dışında kalanlar? Ya bu sistemin içindeyken bile yalnızca izlenen, yönlendirilen, sessizleşmiş insanlar?


Her devrim, kendi elitini yaratır. 21. yüzyılın eliti ise veriye sahip olanlar. Bugün şehirleri yönetenler artık belediye başkanları değil, veri platformları, yazılım şirketleri ve küresel teknoloji tekeller. Toplum 5.0 mı? İnsan 0.0 mı?


Akıllı şehir denen bu yeni yapıda, digital bir ekran dokunarak veya sesimizi tanıyan bir algoritmaya sesli komut vererek hayatımızı kolaylaştırabiliyoruz. Ama o algoritmanın kimin tarafından yönetildiği, asıl olarak hangi sınıfa ait olduğunuzla doğrudan ilgili. Çünkü bu şehirler herkese değil, erişebilenlere açık. Peki Erişebilenleri Kim ya da Ne belirleyecek?


Tıpkı sanayi devriminde olduğu gibi, kuşkusuz bu yeni dijital çağ da kendi “modern işçilerini” yaratıyor: Veriyle çalışan ama emeği görünmeyenler, uzaktan çalışan ama sistemden asla kopamayanlar, özgür görünen ama sürekli izlenenler.


Bu, özgürlük mü ? Bence değil.Bu, şeffaf bir kafeste yaşamak.

toplum 5.0

Adım adım yaklaşan karbon ayak izi, yeşil dünya, koruma kanunları, Digital dönüşüm, digital paralar, hatta para piyasaları,… öylesine çevremizi sardı ki, bir kafanızı kaldırıp çevrenizi gözlemlediğinizde fark edeceksiniz.  


15 dakikalık şehirler fikri, ulaşılabilirliği ve yaşam kalitesini artırma vaadiyle geliyor. Gelir düzeyi yüksek bölgelerde, yeşil alanlara, kaliteli okullara, sağlık merkezlerine, işyerlerine 15 dakikada ulaşılabiliyorsunuz. Bisikletle veya yürüyerek Karbon ayak izinizi azaltıyorsunuz. Bu da size Vatandaşlık Kredisi olarak geri dönüyor. Onunla da ihtiyaçlarınızı karşılıyorsunuz. Muhteşem değil mi? Fakat bu konseptin en büyük riski, sınıfsal bölünmeyi betonlaştırması, hatta düşük gelirli kesimlerin uzaklara itilmesi. 


“Yakın” görünen şehirler, sosyal mesafeyi daha da derinleştiriyor.


Küreselseleşen dünyada, bu yaşam tarzı ile dijital yaşam bireyi yalnızlaştıracak, toplum parçalara ayrılarak da küçük dairelerde, daha az eşya ile, digital alanda yaşamaya itilecek. Biz bu geleceği kabul etmek zorunda değiliz.


Teknoloji, insanı kontrol altına almak için değil; insanı özgürleştirmek, toplumu güçlendirmek için kullanılmalı.


Bugün ihtiyacımız olan, büyük sistemlere körü körüne teslim olmak değil; yerel, bağımsız, kendi kendine yetebilen topluluklar inşa etmek zorundayız. Tıpkı bir zamanlar Anadolu’nun köylerinde, kasabalarında olduğu gibi: Ortak akıl, imece kültürü, üretim ve paylaşım, gibi.

Digital Köylü

İçinde bulunduğumuz bu dijital kasırgada sığınacağımız sağlam yapılar kurmak zorundayız:


  • Kendi gıdasını üretebilen,

  • Kendi eğitimini, kültürünü inşa edebilen,

  • Dayanışma ruhuyla ayakta duran,

  • Bireyin kendi sesini duyurabildiği,

  • Yalnızca dijital değil, vicdani zekâya da sahip olan topluluklara ihtiyacımız var.


Bu bir vakıf olabilir, bir köy kooperatifi olabilir,…. bir sığınacak liman olmalı.Ama adı ne olursa olsun, bu topluluklar ile yeni dünyanın özgür kaleleri kurmalı.


Akıllı şehirler inşa ediliyor, algoritmalar yazılıyor, sistemler kuruluyor…Ama bizim hâlâ bir karar hakkımız var:


Zincirleri kabul etmek mi, yoksa yeni bir yol çizmek mi?


Bizi biz yapan değerlere, kültürümüzden gelen bilgeliğe, toplumsal dayanışmaya sırtımızı yaslayabiliriz. Teknolojiyi reddetmeden ama onun kölesi de olmadan, insanı yeniden merkezine alan, köklerinden beslenen ve geleceğe hazırlıklı bir toplum kurmalıyız.


Özgürlük, ekranın öteki tarafında değil; birlikte üretmenin, birlikte yaşamanın,ve birbirimizi olduğumuz gibi kabul edip, sırt sırta vermekle mümkün.


Çok fazla vaktimiz yok…


Yorumlar


bottom of page